Kanser ve Beslenme

kanser ve beslenme

Yazar: Uzm. Dr. Mazlum Kaya – Anestezi ve Reanimasyon

Beslenme ve hastalık ilişkisi çağlar boyunca insanlar tarafından merak edilmiş ve araştırılırmıştır. Bu konuda oldukça fazla miktarda bilgi kirliliği vardır. Bunun en büyük nedenlerinden birisi yapılan birçok çalışmalarda çelişkili sonuçlar elde edilmesidir. Bununda birçok geçerli bilimsel nedeni mevcuttur. Ben sizlere iki bölümden oluşan bir yazı hazırladım. İlk bölümde genel olarak kabul görmüş bilgilerin ışığında beslenme yöntemlerinin kanserle ilşikisini ele alacağım. İkinci bölümde ise kansere etkisi olduğu birçok bilimsel yayında gösterilen besin maddelerini anlatacağım.

Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre insanlar zamanlarının ve ekonomik imkanlarının önemli bir kısmını sağlıksız beslenmelerinden kaynaklanan sorunlarını çözebilmek için harcamaktadırlar. Bitkisel ağırlıklı beslenenlerin kendilerini daha zinde hissettikleri bildirilen raporda sonuç olarak örgüt, sağlıklı ve zinde bir yasam için hemen tamamen taze sebze ve meyvelerden oluşan bir diyet önermektedir.

Tıp alanında yıllardır yapılan çalışmalar, sebze, meyve, taneler, hububat ve baklagillerden zengin diyetle beslenmenin kalp hastalıkları, hipertansiyon, kanser ve diyabet gibi dünya nüfusunu önemli oranda kuşatmış riskleri azaltabileceğini ileri sürmektedir.

Son yıllarda ise, bitkisel diyetlerin olası koruyucu etkilerinin taşıdıkları antioksidan (insan vücudunda meydana gelen zararlı oksidasyon reaksiyonlarını önleyen maddelere antioksidan denir) özellikli maddelerden oluştuğu ve antioksidanların hücreleri doğal oksidasyon reaksiyonlarının yıkıcı etkilerine karşı koruduğu fark edilmiş, böylece araştırmalar bu bakış açısına yoğunlaşmıştır.

Kanser, gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra 2. sırayı almaktadır. Yapılan öngörü çalışmaları kanserin yakın bir gelecekte ölüm nedenleri arasında ilk sırayı alacağını göstermektedir.

Kanser ve beslenme ilişkisi konusunda gerek kanser hastaları ve yakınları gerekse medyada ciddi bir kafa karışıklığı söz konusudur. Kafa karışıklığını gidermenin en kolay yolu öncelikle kanserin ne olduğunu iyi bilmekten geçer. Kanser tek bir hastalık değildir. Aksine farklı özelliklere sahip çok sayıda alt tipi vardır. Bunların her birinin davranışı ve klinik seyri farklıdır.

Kalıtım kanser riskini artırmakta ve kanser genetik mutasyona (değişim-bozulma) uğramış hücreler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Ancak bireyler ve popülasyonlar arasındaki kanser geliştirme riskindeki farklılıkların çoğu kalıtımsal olmayan nedenlerle ilişkilidir.  Kanserin nedenleri %5-10 genetik, %90-95 çevreseldir. Çevresel nedenlerin arasında en önemli faktörler sigara, yenilen yiyecekler, şişmanlık, hormonlar, virüsler, fiziksel ve kimyasal ajanlar gösterilebilir. Kansere yol açtığı gösterilen çevre faktörleri arasında radyasyon ve ultraviyole önemli yer tutmaktadır.

Farklı kaynaklara göre kanserin beslenmeyle ilişkisi %10-70 arasında değişip, ortalama %35’tir. Fiziksel aktivitenin az olması bazı kanserlerin gelişmesinde rol oynamaktadır. Özellikle meme ve kalın bağırsak kanserlerinin sedanter yaşam (tembellik ve hareketsizlik) sürenlerde daha sık görülmektedir. Yine günde ortalama olarak 45 dakika süreyle düzenli egzersiz yapılmasının meme ve kolon kanserlerinden iyileşenlerde hastalığın tekrarlama riskini azalttığı gösterilmiştir.

Obezite ya da fazla kilolu olma durumu beden kütle indeksine (BKİ) göre belirlenir. BKİ, kilogram cinsinden vücut ağırlığının, boyun metre karesine bölünmesi ile hesaplanır. WHO’nun (dünya sağlık örgütü) da kabul ettiği üzere, BKİ’nin 25 kg/ m2 ’yi aşmaması normaldir. BKİ’nin 25-29.9 kg/ m2 olması fazla kiloluluk (overweight), ≥30 kg/ m2 olması ise obezite olarak tanımlanır. Örneğin 100 kg ağırlığında 1.80 metre boyundaki bir kişi için BKİ = 100 / (1.80) ² = 30.8 dir. Yani bu kişi obezdir.

Çeşitli çalışmaların analizi sonucunda diyabetli (şeker hastalığı) hastalarda kanser oranının diyabeti olmayanlara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Diyabet hastalarında, diyabeti olmayan aynı yaş ve cinsiyetteki kişilere kıyasla artmış kanser riski tanımlanmıştır. Karaciğer, pankreas ve rahim duvarı kanserlerinde bu risk artışı normal topluma göre diyabet hastalarında yaklaşık iki kat kadar yüksektir. Kalın bağırsak, mesane ve kadınlarda meme kanserleri açısından da %20-30 arasında risk artışları olduğu bildirilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulunan fruktozun pankreas kanseri ile istatistiksel olarak anlamlı derecede ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmaya göre kilo fazlası olanlarda şeker alımı özellikle daha fazla risk oluşturmaktadır. Bilinen diyabeti olan hastalarda, kansere bağlı ölüm riski %40 civarında daha fazladır.

Akdeniz ülkelerinde yapılan çalışmalara göre; rafine edilmiş unların kullanımı mide, kolorektal (kalın bağırsak ve kalın bağırsak son bölgesi), meme, üst sindirim sistemi ve tiroid kanserleri riskini arttırmaktadır. Bu durum özellikle beyaz ekmek gibi rafine edilmiş karbonhidratların glisemik yükü arttırmaları ve insülin, insüline benzer büyüme faktörü ve gliseminin aniden artması, kolon, meme ve prostatta hücre hücre çoğalmasını uyarmasıyla oluşmaktadır. Burada önerebileceğim şey eğer un ve unlu mamüller kullanılacaksa buradaki unun rafine edilmemiş olması (taş değirmende öğütülmüş ve kepeği ayrılmamış) gerektiğidir.

Fazla yağlı gıdalarla beslenme tarzı kalın bağırsak, rahim, prostat kanserine yakalanma riskini artırmaktadır. Fiziksel aktivite yapmayan ve şişman olan bireylerde ise meme, kalın bağırsak, yemek borusu, böbrek ve rahim kanseri riski artmaktadır.

Şişmanlığın menapoza girmiş kadınlarda meme, kalın bağırsak, rahim duvarı ve yemek borusu kanseri riskini artırdığını gösteren bilimsel çalışmalar mevcuttur.

Proteinler hayvansal veya bitkisel kökenli olarak ikiye ayrılır. Meme ve sindirim sistemi kanserleri total (hayvansal ve bitkisel) protein alımıyla, meme kanserleri ise hayvansal kaynaklı protein alımıyla ilgilidir.

Yağlar vücuda en yüksek enerji veren besinlerdir. Kaynakları; hayvansal yiyecekler (çeşitli etler, yumurta, süt), bitkisel yiyecekler (yağlı tohumlar, kuru yemişler), işlenmiş yağlar (tereyağı, zeytinyağı, mısırözü yağı, ayçiçeği yağı, kuyrukyağı) ve doyurulmuş bitkisel yağlardır (margarinler). Diyette alınan yağ oranı arttıkça akciğer, kalın bağırsak, rektum (kalın bağırsağın son kısmı), meme ve prostat kanser riski de artmaktadır.

Özellikle yağı yüksek ve işlenmiş kırmızı et tüketimi sınırlandırılmalıdır. İşlenmiş kırmızı etin işlenmemiş kırmızı ete göre riski biraz daha fazla artırdığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Etin hazırlanma şekli önemlidir. Etin içinde karsinojen (kansere yol açan) birçok madde mevcuttur. Pişirilme koşullarına göre et içerisindeki demir kolonda serbest radikaller oluşturarak DNA (DNA, ya da uzun adıyla deoksiribonükleik asit, dünya üzerinde var olan bütün canlılarda bulunan ve hepsinde kalıtsallığı sağlayan moleküldür) hasarına, yine etin işlenmesi sırasında kullanılan nitrit/nitrat ve tuzlar nitrozamine dönüşerek DNA hasarına yol açabilir. Kırmızı et yerine balık, tavuk ve kuru baklagiller tercih edilmelidir. Haftada en fazla bir kez kırmızı et tüketilmesi en uygun yaklaşım gibi görünmektedir.      

Kola gibi çok sıkça tüketilen meşrubat türü içecekler de kanser için önemli bir risk teşkil etmektedir. Hayvanlarda yapılmış çeşitli deneylerde haftada 2 bardak veya daha fazla muhtelif katkı maddesi içeren alkolsüz meşrubat türü içeceklerin tüketilmesinin, meme ve pankreas kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir.

Alkol kanseri tetiklemektedir. Az miktarda bile olsa alkol kanserojen etki gösterir. Alkolün neden olduğu kanserler ağız boşluğu, yutak, yemek borusu ve karaciğer kanserleridir. Alkolün meme, kalın bağırsak ve rektum kanserini artırdığını gösteren kanıtlar mevcuttur. Düzenli olarak bir kadehten fazla alkol tüketen kadınlarda meme kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Fazla bira tüketenlerde NDMA (N-nitrosodimetilamin) kimyasal maddesi fazla oranda alındığı için kolorektal (kalın bağırsak ve kalın bağırsak çıkışı) kanseri riski de yüksektir.

Yağlı ve yaşlı hayvan etlerinde, tuzlanmış veya tütsülenmiş ya da nitrit ve nitrat eklenmiş etlerde, salam, sosis, sucuk ve hamburger gibi hazır gıdalarda kanser yapıcı kimyasallar daha çok biriktiğinden kanser oluşma riski daha fazladır. Nitrat ve nitrozamin gibi maddeler, salam, sosis, konserve et ve balık gibi besinlerde koruyucu katkı maddesi olarak kullanılır. Ayrıca, tarımda kullanılan gübrelerdeki yüksek nitrat nedeniyle bitkisel besinler kirlenebilir. İçme sularında da nitrat bulunabilir. Çiğ ya da pişmiş besinler, uzun süre oda sıcaklığında bekletildiğinde nitrat içeriği artar. Asitli ortamlar nitrozamin oluşumuna katkıda bulunurken C vitamini ise nitrit ile reaksiyon vermekte ve nitrozamin oluşumunu engellemektedir (sonuçta kanserden koruma sağlar).

Aflatoksinler yer fıstığı, kuru baklagiller, yağlı tohumlar ve tahıllarda bulunur ve karaciğer kanser için tetikleyicidir. Besinlerin nem oranı düşük, kuru ve hava alan depolarda saklanmasıyla aflatoksin oluşumu önlenebilir. Besinlerin nem oranı düşük, kuru ve hava alan depolarda saklanmasıyla aflatoksin oluşumu önlenebilir.

Şeker ve tuz fazla miktarda tüketiminden kaçınılması gereken iki temel gıdadır. Fazla miktarda şeker tüketimi obeziteye neden olarak ve insülin seviyesinde artışa yol açarak indirekt olarak kanser riskini artırmaktadır. Fazla miktarda tuz tüketimi ise özellikle mide kanseri riskini artırmaktadır.

Obezite kanseri artıran bir etmendir. Zararsız olduğu, kolesterol içermediği söylenen yağlı gıdaların (zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil olmak üzere) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır. Fazla kalori alınması ve obezite rahim duvarı, pankreas, safra yolları, kalın bağırsak, böbrek ve menapoz sonrası dönemdeki kadınlarda meme kanseri riskini artırmaktadır. Sonuçta ‘çok faydalı’ denilse bile bütün besinlerin bir kalori değeri vardır ve fazla tüketildiklerinde obeziteye yol açarlar. Obezite ise birçok kanserin oluşması için tetikleyicidir.

Gıdalara eklenen renklendirici, aroma katan ve tatlandıran katkı maddelerinin yasal olarak kullanılmasına izin verilen dozlarda kanser riskini artırdığını gösteren bir kanıt yoktur.

Tatlandırıcılardan, sakkarinin hayvanlarda çok yüksek dozlarda kullanıldığında kanser riskini artırdığı gösterilmiştir. İnsanlarda bu miktarlarda sakkarin tüketilmemektedir. Düşük dozlarda ve uzun süre kullanıldığında kanserojen etki gösterilememiştir.

Besinleri hazırlama ve saklama yöntemleri de gıda maddelerinde karsinojen maddelerin oluşması açısından büyük önem taşır. Özellikle yüksek ısı. Odun ve kömür ateşinde ızgara, tütsüleme, tuzlayarak saklama yöntemleri ile hazırlanan gıda maddelerinde kanser başlatıcı maddelerin meydana gelme olasılığı son derece yüksektir. Kızartmalardan mümkün olduğu kadar uzak durun. Kızartma yapacaksanız bitkisel yağları veya zeytinyağını tercih edin. Tereyağını kızartmada kullanmayın. Ancak unutulmaması gereken temel bilgi bitkisel veya hayvansal tüm yağların ısıya maruz kalmasıyla zararlı hale gelebileceğidir.

Tuzlu ve özellikle tuz içeriği yüksek salamura yiyecekler (turşu, asma yaprağı, beyaz peynir vb.) kanser (mide kanseri) açısından risk taşımaktadır. Diyetteki tuz özellikle Helikobakter pilorinin (midede yaşayan bir bakteri çeşidi) etkisini artırarak mide kanseri riskini artırdığı gösterilmiştir

Doğal yollardan alınmadığı zaman vitamin uygulamasının faydası bulunmamaktadır. Hiçbir vitamin uygulamasının sağlıklı bireylerde kanserden koruyucu etkisi gösterilmemiştir. Bazı vitaminlerin (A, C, E gibi) kanserden koruduğuna dair çalışmalar da vardır ancak bu vitaminlerin taze sebze ve meyvelerden alınması gerekir. Örneğin sigara içen bireylerde yapılan çalışmalarda doğal yollardan alınan A vitamininin kanser gelişmesini önleyebileceği ancak aynı bireylerde ilaç olarak kullanılan A vitamininin kanser gelişimini artırabileceği gösterilmiştir.

Kanser hastalarına bolca soya ürünü tüketilmesi yönündeki tavsiyeler doğru değildir. Çünkü, soyanın içindeki östrojen (kadınlık hormonu) hormonuna benzer etkideki maddeler, yüksek dozda alındığında östrojene bağlı gelişebilen meme ve rahim duvarı kanserlerine yol açabilir.

Halk arasında sözde “ölümsüzlük mantarı” olarak da bilinen “Ganoderma Lucidum (Reishi)”, kanser tedavisi alan hastalarda ciddi sorunlara yol açabilir. Ganoderma Lucidum, içinde bir nevi “kadınlık hormonu” ve teratojen (anne karnındaki bebek üzerinde kanser yapıcı etki) olan dietilstilbestrol maddesini içerdiği için önceleri prostat kanserinde kullanılmış ancak, sonradan ilaç olarak kullanılması 2002 yılında “Food and Drug Administration (FDA)” tarafından yasaklanmış ve piyasadan kaldırılmış olan PC-SPES’in sekiz bitki karışımından biridir. Reishi kullanımına bağlı karaciğer yetmezliği ve arkasından ölümle sonuçlanan olgular tıbbi literatürde bildirilmiş olup, basında geçtiği şekliyle Reishi’nin yan etkisinin olmadığı bilgisi kesinlikle yanlıştır. Sık görülen yan etkileri bulantı ve kusma (kemoterapi alanlarda önemli bir sorundur) ve “fare zehiri” diye de bilinen varfarin benzeri etkiyle kanamaya yol açmasıdır.

GDO’ların (genetiği değiştirilmiş organizma-gıda) sağlık etkileri konusunda güvenilir olduğuna dair görüş bildirenlerin yanısıra, insan sağlığını tehdit ettiğini dile getiren araştırmacılar da vardır. GDO’ların olumsuz etkilerini belirlemeye yönelik olarak planlanmış deneysel çalışmaların tamamı hayvan deneyleri ile sınırlıdır. İnsan deneyleri yapılmamıştır. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin, insan sağlığı üzerinde özellikle uzun dönemde meydana getirebilecekleri etkiler ile ilgili ise henüz net bilgiler bulunmamakla  birlikte, Dünya Sağlık Örgütü (WHO: World Health Organization), 2005 yılında yayınladığı raporda, GDO’ların insan sağlığı ve gelişimi için potansiyel risk olasılığı taşıdığını bildirmiştir.

Kanserden koruyucu diyet faktörleri; (bu konuya detaylı olarak yazımın ikinci bölümünde değineceğim)

  1. Diyetteki lif
  2. Anti-oksidanlar
  3. Fitokimyasallar

            Diyetteki lifin koruyucu etkisi daha çok kalın bağırsak kanserinde belirgindir (34).

Sebze, meyve, tam tahıl ve baklagillerde bulunan fitokimyasal maddeler ve antioksidanlar kanser gelişmesini kolaylaştıran hücre ve doku hasarını azaltarak koruyucu etkiye katkıda bulunurlar. Fitokimyasallar yine kansere yol açan maddeleri parçalayan enzimleri uyararak bunların etkisiz hale gelmelerini sağlar. Deneysel çalışmalarda kansere karşı koruyucu olabileceği gösterilmiş olan fitokimyasalları başlıca dört grupta toplayabiliriz.

Bunlardan birincisi lignanlar (lifçe zengin gıdalar, çilek, kiraz, böğürtlen, tahıllar, çavdar, yağlı tohumlar; keten tohumu, susam, fındık, ay çekirdeği, zeytin, soğuk sıkma bitkisel yağlarda bulunur) ve isoflavonları (soya fasulyesi, soya ürünlerine bol bulunur) içeren fitoöstrojenlerdir.

İkinci grupta sarı, kırmızı ve koyu yeşil yapraklı sebze ve meyvelerde bolca bulunan α- karoten, β- karoten, likopen, β- kriptoksantin, lutein vb karotenoidler yer alır. Soğan, sarımsak ve turpgillerde bolca bulunan organo sülfür bileşikleri de bu grupta yer alan önemli fitokimyasallardır.

Meyve ve sebzeler, yeşil çay, siyah çay, üzüm, üzüm çekirdeğinde bulunan polifenoller de kansere karşı koruyucu etki gösterdiği bilinen önemli fitokimyasallardır.

Diyetteki proteinin kırmızı et yerine beyaz et ve tahıl ürünlerinden karşılanmasının kansere karşı koruyucu olabileceğine dair veriler bulunmaktadır.

Kanserden koruyucu besin tüketiminde günde en az bir kez baklagillerden (kuru fasulye, soya, nohut, mercimek, bezelye, barbunya) bir porsiyon ve tam tahıl ürünlerinden (kabuklu pirinç, bulgur, tam tahıl makarnası veya ekmeği) bir porsiyon tüketmek önerilmektedir. Tam tahıllar, baklagiller, meyveler, sebzeler, kuru yemişler ve çekirdekler zengin lif kaynaklarıdır ve kanserden koruyucu diyetin başlıca bileşenleridir. Diyetteki lifin kolon mukozasının karsinojen ajanlar ile temasını özellikle kolorektal kanser riskini azalttığı düşünülmektedir, ancak tahılların uygun saklanmasına ve uygun koşullarda saklanmış tahılların tüketimine dikkat edilmelidir.

Kanserden koruyucu bir diyetin en önemli özelliği her gün en az 2 porsiyon meyve ve 3 porsiyon sebze içermesidir. Meyve ve sebzeler birçok vitamin, mineral, karotenoid ve lif içeren kompleks gıdalardır. Üç porsiyon sebze yaklaşık 400 g gelir. Bunun yaklaşık yarısı çiğ olarak tüketilmelidir (salata, sebze suyu). Tercihen taze mevsim sebzeleri yenmelidir. Ancak gerektiğinde dondurulmuş sebzeler de bir alternatiftir. İki porsiyon meyve yaklaşık 300 g’dır. Beş porsiyon meyve ve sebzenin 1’er porsiyonu sebze ya da meyve suyu olarak içilebilir. Meyve ve sebze tüketiminde dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta, birkaç çeşit sebze çerçevesinde kalmamak, geniş bir yelpaze içerisinden her gün elden geldiğince değişik sebze ve meyve seçimi yapmaktır.

Sonuçta ‘yenildiği veya içildiği taktirde’ kanserden koruduğu kesin olarak gösterilmiş hiçbir gıda maddesi yoktur.

Kanserden korunmak için “tek ve geçerli” beslenme önerisi: “Günde en az 5 porsiyon meyve ve sebze içeren, yağdan düşük, lifçe yüksek diyet tüketilmeli ve kırmızı et haftada birden fazla yenmemelidir” şeklindedir. Unutulmaması gereken bir diğer önemli konu ise hangi yararlı madde olursa olsun doğal yollardan alınması gerekliliğidir. Haplar ve takviye besin maddeleri işe yaramaz ve hatta çoğu zaman olayı daha karmaşık hale getirebilir.

Yazar: Uzm. Dr. Mazlum Kaya – Anestezi ve Reanimasyon